#DeBêje – HİKÂYELER
Goşt
Sene 2011. Dil okulu için Londra’ya gitmiştim. Sınıfta Türkiye’den sadece ben ve başka bir Türk kız vardı, gerisi İtalyan, İspanyol, İranlı, Latin Amerikalıydı, hatırladığım kadarıyla. Tabii ilk dersler, tanışıma başladı. Ben Türkiye’den geldiğimi söyledim. Sınıftaki İtalyan’lardan biri rahipti ve yaşça büyüktü. Bana ‘Türk mü Kürt mü’ olduğumu sordu. Kürt olduğumu söyledim, konuştuk. Daha sonra bir gün hoca kendi dillerimizde ‘et’ kelimesinin anlamını sordu. Ben de Türkçesi et, Kürtçesi goşt dedim. Sınıftaki Türk kız dönüp Türkçe “Ne diye Kürtçe söylüyorsun? Biz bile sizin varlığınızı tanımıyoruz, onlara ne sizin dilinizden.” dedi. O zaman sadece 19 – 20 yaşındaydım. Beni orada aşağıladı ve bir tek ben anladım, hiçbir şey diyemedim, gözümden iki damla yaş aktı. Ara verilince dersin bitmesini beklemeden çıkıp, eve gittim. Orada doğmuş büyümüş bir yakınıma anlattım olayı. Yakınım bir şey yapmayacak mısın dediğinde, O kadar kanıksamışız ki durumu, “Ne yapılabilir ki?” dedim. “Burası İngiltere, burası Türkiye değil. Burada ırkçılık yapamaz.” dedi. Ertesi gün beraber okulun yönetimine gittik, durumu anlattık. Hocam yarı Afrikalıydı ve gerçekten çok üzüldü olaya. Kızı çağırıp uyarı verdiler ve bir daha ırkçı bir söylemde bulunursa okuldan atacaklarını söylediler. O gün hoca, dersin sonunda Şivan Perwerden bir şarkı açtı ve ırkçılık hakkında konuştu.
D.Y.
Anneannem
Ben hikayemin farkına çok geç vardım. Ana dilim olan Kürtçeyi öğrenememiş bir nesildenim, kendi kültürüme bir mesafe vardı. Bu durum ailemin yaşam tarzından kaynaklanmıyordu; evimizde Kürtçe konuşuluyor, düğünlerimiz halaylarla geçiyor, büyüklerim Türkçe bilmiyordu. Kürtçe hayatın içinde hep vardı, ama iş bizim nesile geldiğinde bu kültürel aktarım istem dışı zayıfladı. Bunun nedeni korku. Okula başladığımızda ayrımcılıkla tanışmayalım diye yapılan bir şey. Bu bir tercih değil, zorunluluktu. İçimde tamamlanmamış bir belleğin eksikliği var. Kürtçeyi öğrenememenin getirdiği derin bir hüzün var.
Hiçbir büyüğümle, özellikle de kadınlarla, dil eksikliği yüzünden tam anlamıyla iletişim kuramadım. Anneannemi hatırladığım bir yaşta kaybettim ve onunla paylaşabildiğim, sohbet ettiğim bir anım yok. Köye gittiğimde sadece elini öpebilir ve birkaç kelimeyle halini hatırını sorabilirdim. Oysaki hikayesini, yaşamını dinlemek ne kadar güzel olurdu. Arkadaşlarımın büyükleriyle sohbet edebildiğini gördüğümde veya buna dair bir içerik izlediğimde, içimde hep bir hüzün büyüyor, çünkü benim sahip olamadığım bir deneyim bu.
Kimse beni Kürtçe konuşamadığım için ötekileştirmedi ama ben kendim Kürtçe bilmediğim için ötekileştim. Şu an kursa gidiyor ve Kürtçeyi öğreniyorum. Ve öğrenebildiğim en iyi şekilde öğrenmek istiyorum anadilimi. Dilimle yaşamak ve dilimi yaşatmak istiyorum.
E.A.
Tatlı şaşkınlık
Malatya’da, asimilasyonun en kuvvetli etkisini gösterdiği bir memlekette doğdum. Annem ve babam kendi aralarında hep Kürtçe konuşuyorlardı. Yazları köye gittiğimizde Kürtçe konuşup kendi dilimizde şakalar yapardık. Minik bir köyde kendi dilimizde şarkılar söyler, halaylar çekerdik. Bir gün henüz okula başlamamışken annem beni bakkala yollamıştı. Kürtçe süt istediğimi söylemişim. Bakkal da Adıyamanlıydı anneme anlatmış. Çok hoşuna gitmiş öyle demişti. Biz bu dili köyde konuşuyorduk, bilmiyordum o köyün dışında insanların bunu konuştuğunu. Bir göl balığı havaya baktığında gökyüzünü sadece çerçevesi içerisinde gördüğü kadar bilir. Ben de Kürtleri o kadar sanırdım: Bizim köydeki kadar. Babam ve amcam ben çok küçükken bizi bir tura çıkardılar. Batman Hasankeyf’e gittik. Küçük çocuklar Kürtçe anlattı oranın tarihini, babama herkes bizim gibi konuşuyor demiştim. Babam da, “Evet aslında biz milyonlarız, buralar da bizim topraklarımız.” demişti. Hayatımda yaşadığım en tatlı şaşkınlıktı.
H.Y., İstanbul 2024
O zamanki halime sarılmak
İstanbul’da, evde sadece Kürtçe konuşulan ve Kürtçe TV programları izlenen bir ailede doğdum. Hayata, Kürtçe yaşayarak başladım. Ancak ilkokula başladığımda, Türkçe bilmediğim için hem akranlarımın zorbalığına maruz kaldım hem de öğretmenlerimin ayrıştırıcı tutumlarıyla karşılaştım. Yaklaşık üç yıl boyunca, dilim yüzünden sürekli ötekileştirildim. Evde kendimi rahatlıkla ifade edebildiğim dil, dışarıda beni görünmez kılan bir engel haline gelmişti.
O yaşlarda bu durumu farklı bir perspektiften değerlendiremedim. Bunun yerine, kabul görmek ve dışlanmamak için Türkçe öğrenmeye ve konuşmaya ayrı bir önem vermeye başladım. Zamanla, Kürtçe’nin yerini tamamen Türkçe aldı. Artık Kürtçe’yi konuşamaz hale gelmiştim. Çocukların bana karşı alaycı ve dışlayıcı tutumları, çevremdeki yetişkinlerin de benzer tavırlarıyla birleşince, üzerimdeki baskı daha da derinleşmişti. Çocuk halimle bunları anlayamıyordum. Şimdi her şeyin farkındayım. O yıllarda yaşadıklarımın, hayatımın en belirleyici deneyimlerinden biri olduğunu artık biliyorum. Keşke o zamanki halime sarılıp, bunun ne kadar önemli olduğunu anlatabilseydim.
A.Ş., İstanbul 2024